Wednesday, May 17, 2006

YOLDAŞ A.D.

Son görüşmemizde ve daha sonra gönderdiğim mektuplarda, üzerinde durduğun konu hakkında kısaca bilgi vermeye çalışacağım. Herşeyden önce şunu belirtmeliyim, bir mesele hakkında tam bir görüş ileri sürebilmek, ortaya atılan ilk düşüncelerin aktivite kazanmasına bağlıdır. Bu sebeple de, üzerinde durulan “Enternasyonal Proletarya Birliği” meselesi ile ilgili olarak açıklayacaklarımız, bizim ancak ilk görüşlerimiz, aktivite kazandırıldıkça da, tamamlanması mümkün olabilecek olan, düşüncelerimiz olarak ele alınmalıdır. Yani mesele, örgütlenmemizin seviyesine ve onun gelişmesine uygun olarak ele alınmalı ve geliştirilmesi bu çerçeve içerisinde düşünülmelidir.
Meselenin, başlıca iki görüş tarafından nasıl ele alındığı, Türkiye devrimci hareketine, enternasyonal birliğin nasıl empoze edilmeye çalışıldığı artık herkesin bildiği bir şeydir. Bu gün mesele o duruma getirilmiştir ki, bu iki görüş de, iki merkez parti göstermektedirler ve bu partilerin savunuculuğunu yapmaktadırlar. Gerek Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ni, gerekse de Çin Halk Cumhuriyeti Komünist Partisi’ni, enternasyonal birliğin merkezi olarak kabul eden bu görüşler, kesinlikle doğruyu izlemekten uzaktırlar.
Bulunduğun bölgede bu meselenin tartışılmasını, senden ve diğer arkadaşlardan duyduğum kadarıyla, karşılıklı iki görüşün birbirlerine saldırısı olarak değerlendiriyorum. Göründüğü kadarıyla, meselenin Türkiye çapındaki tartışılmasından ayrı bir yanı yoktur. Halbuki, bu meseleye bu şekilde eğilmek, onu kendi devrim hareketimizin dışında değerlendirmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Enternasyonalizmin amacını ve hedefini tayin ettiğimizde, meseleye daha esaslı ve sonuç alabilecek bir şekilde eğildiğimizi göreceğiz. Enternasyonalizmin amacı­, sınıfsız bir dünya toplumunu kurup, kalıcı ve en ideal rejim olan komünizmi yaratmaktır. Hedefi ise, emperyalist kapitalizmi yıkarak, bütün dünya ülkelerinin sosyalistleşmesini sağlamaktır. Ve şimdi dünya o safhadadır ki, emperyalist kapitalizme karşı kurtuluş mücadeleleri veren milletler, halklar ve çağa karakterini veren proletarya vardır. Hedef, her ülkenin sosyalistleşmesidir.
Durum bu ise, gözetilmesi gereken, her ülkenin proletaryasının ve sosyalist ülkelerin dünya devrimi karşısındaki görevlerinin farklılığı olmalıdır. Hedef ve amaç hepsinde aynıdır. Fakat bulunduğu şartların gerektirdiği görevler karşısında, her birisi, ihtilâlci bir ideolojiden hareket etmekle birlikte, değişik stratejilere ve taktiklere sahiptirler. Yani, emperyalist kapitalizmin merkezlerindeki proletaryanın ve bu emperyalist sistemin bir parçası olan sömürülen ülkelerin proletaryasının hedef ve amaçları bir olmakla beraber, görevleri farklıdır. Esas olan, Marksizm-Leninizm’in ihtilâlci metodunda birleşerek, emperyalizmi yıkma mücadelesini, kendi şartları içerisinde yürütmektir.
Bu gün, enternasyonal meseleyle ilgili olarak, “revizyonizm nedir?” sorusu sorulmakta ve buna cevaplar aranmaktadır. Tarihte görmekte ve bilmekteyiz ki, revizyonizm, Marksizm’in sınıf mücadelesi metodlarını reddererek ortalığa çıkmış ve önce uzlaşmacı, giderek de, teslimiyetçi karaktere bürünmüş bir akımdır. Revizyonizm, Marksizm’in sınıf mücadelesi metodlarını reddederken, felsefî anlamda idealizme, sınıf siyasetinde ise, burjuva sınıf siyasetine hizmet etmektedir. Revizyonizm, daha başlangıcından itibaren, kapitalizmin kendi mantığı içerisindeki yeni bir muhtevasını ve biçimini tasarlamıştır. Buradan itibaren revizyonizm, burjuvazinin taşıdığı bir çok emeli taşır ve bunu, fırsatını bulduğu her yerde ortaya çıkarmakla birlikte, fırsat zeminleri hazırlamaktan da geride kalmaz. Revizyonizm, sistemleştirildikçe, Marksizm-Leninizm’e can havliyle sarılan burjuvazinin, kurnaz ideolojisi olarak karşımıza çıkmıştır.
Sosyalist ülkelerde revizyonizmin kökleşmesi, o ülkelerin enternasyonal mücadeledeki görevlerinin inkârıyla başlamakta ve bütün dünyayı, kendi ülkeleri olarak görmenin talihsizliğiyle de sürüp gitmektedir. Proletaryanın iktidarda olduğu Sovyetler Birliği’nde revizyonizm, sinsice örgütlenerek iktidara tırmanmıştır. O bunu, kanlı bir siyasî darbe ile gerçekleştirdiği andan itibaren, artık orada, iktidarın en az yarısına sahip olmuştur. Bundan sonra revizyonizm, proletaryanın iktidarına temel olan ekonomisini hedef almıştır. Sosyalizmin temeli olan yeni üretim biçimine saldırarak, onda tahribatlar yapmıştır. Elbette ki, sosyalizmin daha üst biçimlerine geçmenin yollarını tıkamak, aynı zamanda, geriye doğru bir gidişin kapılarını tek tek açmak demektir. Bu, üretim biçimini, kapitalizmin üretim biçimine çevirme gayretlerinden başka bir şey değildir. Bu çevirme işi, proletaryanın burjuvaziyi ihtilâl yolu ile ve onu mülksüzleştirerek ortadan kaldırıp, üretimin temelinde devrim yaptığı gibi olamaz. Onun bu çevirme işi, iktidarının küçük bir azınlık tarafından kanlı bir darbe ile elde edilmesine bağlı olarak, bir süre tedrici değişiklikler çerçevesi içerisinde yürüyecektir.
Biz burada, bu meseleyi fazlaca tartışacak değiliz. Sovyetler Birliği’nde revizyonizm olayı bir gerçekliktir ve Marksizm-Leninizm’in, bu burjuva akımı ile, hiç bir uzlaşır yanı yoktur.
Bu gün görülmektedir ki, sosyalizmi kurma yolundaki ülkelerin bir çoğuna, revizyonist partiler hakim olmuştur. Bu partiler, revizyonist siyasetlerini, bütün dünya komünistlerine empoze etmeye çalışmaktadırlar. Gerek Sovyetler Birliği’nin revizyonist partisi, gerekse de Çin Halk Cumhuriyeti’nin bu gün Çu-En-Lay revizyonisti tarafından temsil edilen partisi, dünya proletaryasına yanlış hedefler göstermektedirler. Dünya proletaryasına, kendi ülkelerinin parti rozetlerini takmaya uğraşmaktadırlar. Bunlar, proletaryanın enternasyonalist birliğine büyük zararlar getirmekte olan, vahim yanlışlıklar içerisindedirler. Her ikisinde de parti hegemonyacılığı, en açık şekliyle görünmektedir. Bu parti rekabeti, her ikisini de, başlangıçta kendi ülkelerinin çıkarlarını geliştirmeye, sonra da, bu uğurda, emperyalizmle uzlaşmaya ulaştırmıştır. Bu olay, Sovyetler Birliği’nde, sosyalist ekonominin temellerinin sağlam atıldığı bu ülkede, uzun bir süreç içerisinde cereyan etmiştir. Halbuki, Çin Halk Cumhuriyeti’nde dönme eğilimleri birden bire hakim duruma yükselebilmiştir. Çünkü orada, ideolojik ve siyasî eğitim, üretimin sosyalist temellerinden yoksun olarak ele alınıp yürütülmeye çalışılmıştır. Halen mülkiyet ilişkileri, sosyalist bir ekonomiye uyarlanabilmiş değildir. Buna bağlı olarak da, sosyal eşitlik sağlanabilmiş değildir. Çu-En-Lay ve Teng-Hisiao ping gibi burjuva elemanlar da, durumu fırsat bilerek, emperyalizmle uzlaşma siyasetini, revizyonizmle ve sosyal-emperyalizmle mücadele maskesi altında, çekinmeden yürürlüğe sokabilmiştir. Çin Komünist Partisi’nin bu günkü liderleri, Sovyetler Birliği’ni hedef göstererek, emperyalist kampın hemen bütün üyeleriyle, uzlaşır duruma girmişlerdir. Bir üç dünya teorisi geliştirerek, Sovyetler Birliği’ni, ABD emperyalistlerinin de üzerinde, dünya halklarının düşmanı olarak ilân etmişlerdir. Bu, “birinci dünya” ülkelerinden ABD ile, ortak yanlar bulmuşlar, “ikinci dünya” dedikleri emperyalist kampın öteki emperyalist üyeleriyle ise, ortak yanları daha da ileriye götürmüşlerdir. Ve nitelikleri birbirlerinden son derecede farklı öteki ülkeleri de, “üçüncü dünya” ülkeleri diye tasnif etmişlerdir.
Emperyalizm, içerisinde sömüren ve sömürüleni bir arada yaşatan bir sistemdir. Emperyalist sistem, ülkeler arası iç bağları taşıyan ve işleyişini bu bağlarla sağlayan bir mekanizmaya sahiptir. Böyle olunca, dünyayı tahlil ederken, emperyalist bir sistemin varlığını ortaya çıkarmak, sonra da, bu aynı sistem içerisinde, kapitalist ilişkilerin yürürlükte olduğu bütün ülkeleri düşünmek gerekmektedir. Sonra da bunu, sömüren ve sömürülen ülkeler olarak sınıflandırmak ve her ikisinin birbirleriyle olan çelişkileriyle birlikte; her birinin kendi içindeki çelişkileri de gözetmek gerekmektedir. “Üçüncü dünya” ülkeleri dediğimizde, ortak nitelikli ülkeleri kasdetmiş olmalıyız. Bu ülkelerin ortak karakteristiği, emperyalizmin vesayetinden kurtulma, bağımsız ülkeler olma yolunda, mücadele vermeleridir. “Üçüncü dünya” ülkelerinin siyasetini belirleyen temel, emperyalizmden bağımsız olma istekleridir. Ülkeleri, konum olarak “üçüncü dünya” saflarında bulunmalarına rağmen, İran Şah’lık rejimi, Suudî Arabistan Krallık rejimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin sahte demokrasi rejimi ve benzerleri, “üçüncü dünya”nın içerisinde değerlendirilemezler. Çünkü bunlar, gerici ve emperyalizme bağımlılık siyasetini benimsemiş ve “üçüncü dünya”nın ilerici siyasetine hedef olmuş rejimlerdir.
Türkiye’de, kendisine Marksizm-Leninizm’in rehberliğini seçmiş olan bir siyasî parti hareketi, enternasyonal proletarya dayanışması ve birliği meselesine, ihtiyatla yaklaşmak durumunda olmalıdır. Şu bilinmelidir ki, enternasyonal olarak proletaryanın örgütlenmesi, her şeyden önce, her ülkenin kendi şartları içerisinde proletaryayı örgütlemesi ile mümkün olacaktır. Enternasyonal birlik, içinde yaşadığımız zaman için, her hangi bir ülkenin partisinin mihveri çevresinde toparlanmak değildir. Proletaryanın enternasyonal birliği, ancak her ülkenin kendisine has mücadelesinin örgütlendirdiği şartlarda bir araya gelmesi ile mümkün olabilir. Birbirlerinin doğru devrimci mücadelelerini destekledikleri, ona katıldıkları, çeşitli planlarda bu mücadelenin muzaffer olması için çalıştıkları zaman, proletaryanın çeşitli ülke partileri birbirlerine kardeştirler. Bütün ülkelerin komünist partileri, ancak bu şartlarda, sınıfsız toplum mücadelesinde yoldaştırlar.
Biz, kendi ülkemizin mücadele şartlarını tanıyıp, ona göre davranmak zorundayızdır. Kurtuluşunu, proletarya önderliğinde sağlamış her ülke, dünya proletarya devrimine, son derecede önemli, ileri adımlar attırmış demektir. Hem emperyalizmi kendi bünyesinden söküp atarak, dünya sosyalizmine faydalar sağlamış, hem de, kurtuluş mücadelesi veren proletaryaya yeni mücadele örnekleri göstererek, devrimci mücadele metodunu zenginleştirmiş demektir.
Enternasyonalizmi idealize eden görüşler, kendilerini merkez parti ve bunların sunduğu, bütün dünya sözde devrimci mücadelesinin stratejisine bağımlı kılmaktadırlar. Bolşevik Partinin merkez parti olarak kabul edildiği tarihî şartları gözönünde bulundurmaksızın, dünya devrimci proletarya hareketini, aynı sistematiğe sokmaya çalışmaktadırlar. Düşünmeliyiz ki, Bolşevik Parti, toplum tarihinin en önemli olayını gerçekleştirmiş ve dünya proletaryasının hayalini gerçeğe çevirmiş bir partidir. Dünya proletaryasına öncülük etmeye hak kazanmış, ona yol göstermekte gereken güveni elde etmiş bir partidir. O, dünya proletaryasının bir tarihî anda, bir yandan destekleyerek, bir yandan kendi mücadeleleri için ona sarılarak, hem ilk sosyalist devletin inşasında bunun halkları ile liderlerine bağlanmışlar, hem de, kendi ülkelerinin sosyalizm için mücdelelerinde, ilk defa proletarya ile yoksul köylülüğün siyasî iktidarını gerçekleştirmiş olan Komünist Partiyi kendilerine rehber edinmişlerdir.
Dikkat edilirse, Komünist Enternasyonal’ın teşkilinde, en başta görülen özellik, Bolşevik tipi örgütlenmenin, hemen bütün partilerce benimsenmiş olmasıdır. Bununla ilgili olarak partinin ihtilâl ideolojisini ve bunun temel yapısı olan parti teşkilatlanmasını, kendilerine rehber yapmışlardır. Bunda, dünya proletaryası adına yanlış bir seçiş yoktur. Üçüncü Enternasyonal’ın merkez partisi, dünya sosyalist devrimini, tek bir model ile çözmeye yeltenmemiş ve her ülkenin kendi şartları ile, kendi gücüne güvenerek, bu yukarıdaki ihtilâl ideolojisini ve bunun temeli olan parti teşkilatlanmasını kendilerine rehber edinmelerini savunmuştur.
Bu güne gelelim: Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni yöneten bu günkü partiler, sömürülen ülkelerdeki halk kurtuluş hareketlerine ve emperyalist ülke proletaryasının kurtuluş mücadelelerine ne derecede sahip çıkmaktadırlar ve ya kendilerine bağımlılığına bakmadan, o ülkenin mücadelesine ne derecede katkıları vardır? Dünya ülkelerinin sosyalist kurtuluşlarını sağlama yolunda ihtilâlci bir ideolojinin savunuculuğunu yapmakta mıdırlar?
Bilindiği gibi, komünistlerin fiilen birinci emperyalistler arası dünyayı paylaşma savaşından beri sürdürdükleri emperyalizmi yok etme siyasetleri, savaşların arkasından meyvalarını toplamaya başlamıştı. İkinci savaştan sonra bir çok ülkenin, bir kaç yıl arayla, emperyalizme ve faşizme indirdiği darbeler karşılığında kurdukları demokratik halk cumhuriyetleri, yürütülen devrimci mücadelenin, pratik zaferlerle kanıtlanmasıdır. Otuz yıldan beri ise, aynı mücadelenin, değişik yapılı ülkelerdeki geç kalmış devrimlerinden başka devrimlerin varolmadığını görmekteyiz. Gene bu gün görmekteyiz ki, birbirlerine mücadele örnekleri gösterebilen, komünist partiler ve önderler, çok azınlıktadır. Bu gün hâlâ, bu önderliğe sahip bir mücadele hareketi, önce kendi şartlarında olanlara; sonra da değişik şartlarda mücadele eden partilere, rehberlik edememektedir. Meselâ, kendisine has Afrika mücadelesinde, proletarya ve halklar, hâlen sağlam bir Marksist-Leninist partinin rehberliğine kavuşmuş değillerdir. Yine aynı derecede kendisine has mücadele şartları içerisinde, Güney Amerika’da aynı durumdadır. Avrupa ülkeleri için de durum aynıdır. Uzak Doğu Asya’da yürütülen bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi, proleter bir önderliğe sahip olmuştur. Vietnam ve Kore partileri, bu bölümdeki mücadelelere yön verebilmektedirler. Fakat, ne Orta-Doğu’nun birbirlerine çok bağlı mücadelelerinde, ne de öteki bölümlerde, birbirlerini etkileyebilecek, devrimci proletarya partileri, esas anlamıyla yoktur. Bu olamayınca da, enternasyonel birlik yok demektir. Türkiye’yi ele alalım: Türkiye’deki devrim hareketinin, komşu ülkelerin devrim hareketleriyle, özel ilişkileri var mıdır? Teorik ve ya pratik alanda, bu ülkelerin birbirlerine verebilecekleri önemli şeyler olması lâzım gelirken, bu gerçekleştirilmekte midir? Ne yazık ki, bunlara ve benzerlerine, olumsuz cevaplar vermekteyiz. Halbuki bunları, enternasyonal proletarya birliğinin temel şartları saymamız gerekmelidir. Enternasyonalizmin yoldaş partilerinin bir araya gelmesi, ancak bu şartlar içerisinde mümkün olabilir.
Şu ve ya bu partinin, proletaryanın kurtuluşunu dünya ölçüleri içerisinde yerine getirme sorumluluğunu alması düşünülemez. Kendisini ve ülkesini, kurtuluşun ilâhları olarak gösteren partilerden, dünya proletaryasına en küçük bir fayda yoktur. O ülkeler ki, dış siyasetlerinde emperyalizmle uzlaşmacı, iç siyasetlerinde ise, burjuva egemenliğini hâkim kılmaya çalışan, hasta zihniyetli partiler tarafından yönetilmektedirler. Bunların asıl amaçları, bu gün her hangi bir yoruma dahi yer vermeyecek derecede açıklığa kavuşmuştur. Dünya proletaryasının merkez partileri olmak iddialarını saklamayan her iki partinin de enternasyonalizm anlayışı, bütün dünya proletaryasının birlik ve beraberlik içinde; emperyalizme karşı koymanın, onu yıkma mücadelesi içerisinde yoldaş olmanın anlayışı değildir. Bu partiler, enternasyonalizm anlayışlarında, kendilerine uydu partiler ve dolayısıyla ülkeler, halklar ve proletaryalar istemektedirler.
Bu anlayışın analizini yapamayan görüşler ise, ne derece saçma bir anlayışın esiri olarak bu iki merkeze bağlandıklarını fark edememektedirler. Onlar bilmiyorlar mı ki, bir ülkenin devrimi, ancak kendi iç şartları ile zafere ulaştırılabilir. Bunun aksi bir düşünce ve davranış, devrim umutlarımızı yok etmemize yeter de artar bile.
Biz hangi enternasyonalizmden söz ediyoruz? Bu gün, ülkemizin güneyinde, son derecede kanlı bir iç savaş cereyan etmektedir. Bu savaşın geçtiği ülke, Lübnan’dır. Bu, çok önemli, belki de, Orta-Doğu’nun bütün kaderini değiştirecek olan hassas bir olaydır. Fakat bizim devrim hareketimizin, bu devrimci olayla, hiç bir irtibatı yoktur. Neredeyse bir yılı bulan bu iç savaşla ilgili, gözle görünür, ciddî bir yazıya bile rastlanmış değildir. Sözünü ettiğimiz enternasyonalizm, hemen yakınımızda süren bir kurtuluş mücadelesine, bizi bu kadar mı yabancı kılacaktır? Evet, Lübnan’da bir iç savaş, bir sınıf savaşı sürmektedir. Filistin’in mücadeleci halkıyla mücadelesini birleştiren Lübnan proletaryası, ölüm-kalım savaşı vermektedir. ABD emperyalistleri ve onun Orta-Doğu’daki ajan devleti İsrail, onları ezmeye çalışmaktadırlar. Burada görev nedir? Bütün devrimci komünistler için buradaki görev, bütün gözleri ve kulakları, bu savaşa çevirmek olmalıdır. Kuru bir “savaşa son” çağrısından çok daha ötelerde, savaşın haklılar lehine bitmesini sağlamaya çalışmak olmalıdır. Bunun için, her türlü aktif müdahaleye girişecek derecede, sosyalizm adına bağımsız ve hür düşünüp, davranabilmek gerekmektedir. Orta-Doğu’da, emperyalizmin hakimiyetini yok etmek üzere savaşa girmiş bu uyanık ve kahraman devrimcilere gözlerimizi kapayıp, kulaklarımızı sağır edersek, hem kendi proletaryalarımıza, hem de toptan dünya proletaryasına karşı, savunulması mümkün olamayan, son derecede ağır bir suç işlemiş oluruz.
Enternasyonal meseleye, pratik alandaki durumlarına bakarak yaklaşmakta da büyük faydalar vardır. Bu gün, Angola’nın verdiği kurtuluş mücadelesinde, Küba Komünist Partisi’nin incelenmesi gerekmektedir. Küba, Afrika halklarının kurtuluşunda, kendisine Marksist önderliği benimsemiş olan bir hareketin başarıya ulaşması için, bütün imkânlarını kullanmaktadır. Afrika halklarının kurtuluşu, Angola’daki Marksist önderliğin zafer kazanmasıyla çok yakından ilişkilidir. Bu bakımdan, Küba Komünist Partisi, enternasyonal dayanışma ve beraberlik konusunda, değerli bir örnek vermiştir.
Bizim, Proletarya enternasyonalizminden anladığımız, kısmen açıklamaya çalıştığım bu günkü tarihî şartlarda, şöyle olmalıdır: Bizim şartlarımızda devrim mücadelesine girişmiş bütün ülkelerin proletaryası ve halklarıyla, özel bağlar kurmalıyızdır. Emperyalizmin çöktüğü ve Maksizm-Leninizm’in zafer kazandığı her ülkenin devrim hareketini, en candan hislerimizle karşılamalıyızdır. Mesele, bu devrim hareketleriyle, mücadelemizin ortak yanlarını tespit edip, birlik ve dayanışmamızı kuvvetlendirmektir. Tekrar ve bir defa daha belirtelim ki, her ülke, devrimini, kendi proletaryasının önderliğinde, kendi halklarına ve kendi öncüsü partisine güvenerek gerçekleştirecektir. Onun bu kurtuluş mücedelesine uzanacak her devrimci ele, ellerini uzatacaktır. Bu sıcak, samimi ve yoldaşlık bağlarıyla bağlanmış anlayış, bütün dünya proletaryasının zaferinin ilk adımı olan, bütün ülkelerin sosyalistleşmesi sorumluluğunu yüklenmiş bir anlayıştır.
Bütün dünya proletaryasının kurtuluş mücadelesinin sorumluluğundan uzak, kendi ülkelerinin çıkarlarına, dünya ploleterya mücadelesini alet etmeye çalışan partilere ise, enternasyonalizmin birlik ruhuna zıt düştükleri için, yer tanımamak gerekir. Eğer, Sovyetler Birliği, Kamboçya’da, millî kurtuluş hareketini desteklemediyse; eğer Çin Halk Cumhuriyeti, Angola’da, Marksist önderliğe karşı duruyor ise, bunlar Marksist-Leninist’lerin komünizm ideallerine zıt düşmektedirler. Bunlar, bu ve benzeri bir çok olan noktalarda gericileşmektedirler.
Sovyetler Birliği’nde revizonizm, Marksizm-Leninizm’e saldırırken, aynen İkinci Enternasyonal revizyonistlerinin yolunu izlemiştir. Her şeyden önce, onun ihtilâlci özünü bertaraf etmeye çalışmışlardır. Kurtuluş mücadelesi veren dünya proletaryasına, “barışçı geçiş” yolunu tavsiye etmekle birlikte, aynı zamanda da, bunun teorik olarak sistemini de geliştirmişlerdir. Şili’deki “barışçı geçiş” uygulaması, bu teorinin, ne kadar temelsiz olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Portekiz’de ise, “cuntacı yol” izlenmiştir. Bunlar, halkların ve onların önderi olan proletaryanın tarihî gücünü inkâr etmektedirler. Bilindiği gibi, Çin Komünist Partisi, bu meselede, son derecede hassas davranmış ve revizyonizme karşı, Marksizm-Leninizm’i savunmada, devrimci görevler üstlenmişti. Kısaca, “barışçı geçiş” denilen bu gerici üslubâ karşıydı.Fakat bu gün, aynı şekilde, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne, Güney’in kurtarılması için, “barışçı geçiş”i tavsiye etmektedir.
Gene Sovyetler Birliği’nde revizyonizm, “proletarya dikkatörlüğü”nü reddederken, sosyalizme olan inançsızlığını ve sınıf mücadelesinin ciddiyetinden habersizliğini en açık biçimde belirtmektedir.
Emperyalizmin, ekonomik çöküşler içerisinde, tedrici olarak yok olacağı teorisi de, Sovyetler Birliği’ne aittir. Bütün bunların sonucu, “barış içerisinde yanyana yaşama ve yarışma” teorisini siyasetlerinin temeli haline getiren Sovyet revizyonizmi, pratikte emperyalizme baş eğmekte ve ona teslim olmaktadır. Şimdi, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Marksist diyalektik ve tarihî materyalizme sadık bir parti olduğunu söyleyebilir miyiz? Asla! Onlar, doğrudan doğruya bu devrimci bilimi ortadan kaldırmaktadırlar. Sonuç odur ki, Sovyet revizyonizmi, bu gün sınıf mücadelesini, enternasyonal plânda uyuşturmakla kendisini görevlendirmiştir. Kruşçef ve Brejnef revizyonistleri, devrimci Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne ve onun Komünist Partisi’ne ihanet etmişlerdir.
Peki Çin’in 1970 yıllarına kadar süren, emperyalizmle aktif mücadele siyaseti,bu gün hangi noktadadır? Bu gün Çin Komünist Partisi, emperyalistlerle uzlaşmak yolunda, gerçekten Sovyetler Birliği ile yarış etmektedir. Sovyetler Birliği’ne karşı mücadelesinde, sadece başında ABD’nin bulunduğu emperyalistleri değil, aynı zamanda, en gerici rejimlerin bulunduğu ülkeleri de, Sovyetler Birliği’ne karşı tahrik etmektedir. Bu savaş tahrikçiliğini yaparken de, NATO gibi bir askerî teşkilatı onaylayıp, desteklemekte ve savaşta, emperyalistlerin safında yer tutacağını ilân etmektedir.
Proletarya Enternasyonalizmi meselesine biz, bu partilerin hangi ideolojiye hizmet ettikleri ve bunun için nasıl siyaset yürüttüklerine bakarak eğilebiliriz. Dünya sosyalist devriminin bir parçası olarak gördüğümüz kendi ülkemizin devrimine zararlı her ideoloji ve siyasetle mücadele ederiz. Bunu, dünya sosyalist devrimi için mücadele veren, her ülkenin proletaryasına da, aynı samimiyetle bir hak ve görev olarak veririz.
Şöyle bazı, anlaşılması çok güç siyasetler yürütülmektedir. İran müdahaleciliğine karşılık Çin, Dofar halkına silah vermekte idi. Fakat bir zaman sonra, müstevli İran’la çeşitli siyasî ilişkiler kurarak, Dofar halkına silah vermeyi kesti. Ve şimdi İran, İngiltere, Umman ve Ürdün ile birlikte Dofar’dadır. Meseleyi çok mu basit ele alıyoruz? Bir bölgenin petrol ve ulaşım merkezlerinden birisini ele geçiren İran Şah’lığı, bölge halkları için, onların kurtuluş mücadelesi için, büyük bir tehdit değil midir? Üstelik o İran Şahlığı ki, emperyalizme Türkiye kadar bağımlıdır. Fakat Dofar’ın bağımsızlığı, İran Şahlığı’nın şahsında, emperyalizme indirilmiş büyük bir darbe değil midir?
Proletarya enternasyonalizmi meselesinde, henüz etkili söz söyleme durumumuz mevcut değildir. Bunun da sebebi, henüz Türkiye’de kişilik bulmuş bir proletarya hareketinin ve onun öncüsü komünist bir partinin bulunmayışıdır. Biz, kendi devrim karakterimize uygun bir mücadele metodu yaratamadığımız sürece, sürekli olarak, doğru devrimci bir siyaseti izleyemeyiz. Bu gün, amaçları sınıfsız bir dünya yaratmak olan bütün komünist partilerin, hedef olarak, bütün ülkelerin sosyalistleşmesini seçmiş olmaları gerekir. Bunun için, emperyalist kapitalizmi çökertip yok etmek gereklidir.
Örgütlenmemizin seviyesine uygun davranırsak, halen bu meseleyi ancak en kalın çizgileriyle değerlendirebiliriz. Gene de bizim bu gün için, enternasyonal meselede, üzerinde duracağımız hususlar ve alacağımız davranışlar, büyük ölçüde açıklığa kavuşmuştur. Eğer bu gün, çeşitli plânlarda yürütülen kurtuluş mücadelelerini benimsemeyi, kendi bünyelerinde sosyalizmi geliştirmeyi siyasetlerinin temeli haline getirmiş partiler var ise, bu ikisinin çeşitli plânlarda uyumunu sağlayabiliyorlar ise, biz bu partileri; Marksizm-Leninizm’in enternasyonal ruhuna sahip, yoldaş partiler sayarız. Aksi takdirde, gerek ülkesinde sosyalizmi geliştirme mücadelesinde; gerekse de, emperyalist kapitalizmin çökertilmesi mücadelesinde, her ülkenin kurtuluşunu bir ileri adım göremeyen partilerin görüşleri, siyasetleri ve toptan ideolojileri ile mücadele ederiz. Fakat, proletaryanın ve halkların devrimci mücadelesinin çıkarlarına uygun davranabildikleri her yerde de, onlarla birleşebiliriz. Genel siyasetleri bozuk olmakla birlikte, hem değişen şartların, hem de, kendi çıkarlarının gereği olarak, bu her iki parti de, bazı özel durumlarda, doğru davranabilirler. Burada önemli olan, bu durumdan, proletarya ve halklar lehine yararlanabilmektir. Bunda, kendi karakterini çizebilmiş bir parti adına, korkulacak her hangi bir durum yoktur. Üstelik, aklı başında bir biçimde kurulacak olan bu tip ilişkiler, revizyonist partiler içerisindeki ve ya onun dışındaki devrimci muhalefetlerinde gelişmesine yol açar.
Yoldaş, şimdilik bu meseleyi, uzun bir mektup kapsamı içerisinde değerlendirmeyi yeterli bulmaktayım. Aslında her mesele gibi bu meselede, çeşitli şartların gelişmesi ve değişmesi ile ilgili olarak, sürekli bir biçimde ele alınacaktır. Burada gerçekleştirmeye çalıştığım şey, enternasyonal meseleye bir bakış açısı, bir metod kazandırma gayretlerimden başka bir şey değildir. Şüphesiz ki, devrimci mücadelemizin örgütlenmesi sağlam bir temel üzerinde geliştikçe, sürekli devrimci bir siyaseti izlememiz mümkün olacaktır. Proletarya Enternasyonalizmi meselesinde, gerçekten geliştirilmiş sağlam bir teoriye sahip olabilmemiz, mücadelemizin örgütlenmesinin gelişmesiyle bağıntılıdır.
Bu gün hâlâ, proletarya hareketiyle, sosyalizmi kaynaştırabilen devrimci bir parti mevcut değildir. Sadece, ilk örgütlenmeler içerisinde, kendilerini parti yerine koyarak görüş beyan eden bazı hareketlerle, revizyonizmin ağır başlı partilerinin,gerici siyasetleri vardır. Proletaryanın bilincinin bize gösterdiği yoldan giderek, biz içteki ve dıştaki bütün burjuva etkilere karşı, devrimci bağımsızlık prensibini, yaratılacak olan partimize bayrak yapmaktan gurur duyarız. Bu devrimci bağımsızlık prensibinin anlamı odur ki, biz aynı prensibi kendisine şiar edinmiş bütün ülke partileriyle, emperyalist kapitalizmin yok edilmesi, sosyalizmin bütün ülkelere yayılması ve çeşitli ülkelerde, sosyalizmin inşası mücadelesinde, kardeş ve yoldaş partilerin enternasyonal birliğini savunuyoruz.
Enternasyonal meselenin bu günkü popülerliği ve ayrılıklara temel teşkil ettiği şu zamanda, biz onlara, bir bakış açısı, bir metod; yorumlayıp, uygulayabilmeleri için gerekli olanları göstermekle görevliyizdir. Şuna emin olmalıyız ki, devrimci kadroların bir çoğunda, enternasyonal mesele, Çin-Sovyet çatışması olarak ele alınmakta ve çözüm, bu partilere tarafgir olmakta aranmaktadır. Devrimcilerimiz., dünya devrimine karşı duydukları sorumlulukla kendilerinden geçip, kendi ülkelerinin devrim karşısındaki sorumluluğunu unutmaktadırlar. Kendilerinin, bu ikisine karşı duymaları gereken sorumluluklarını unutmaktadırlar.
Örgütlenmemiz, genel plânda, çok gerilerdedir. Şu anda, hâlen, devrimci merkezî bir partinin yaratılması mücadelesi içerisinde olduğumuzu, dikkatlerimizi bu noktadan ayırmamamız gerektiğini, özellikle hatırlatmak isterim.
Başarılar diler, selâmlarımı sunarım.Ocak 1976

0 Comments:

Post a Comment

<< Home